PROF. DR. SAMİ TURGUT TÜMER: “BİLİMDEN HİÇ AYRILMAYIN VE KENDİNİZİ SÜREKLİ GELİŞTİRİN”

* Makina Mühendisleri Odası Basın Danışmanı – hulya.aydin@mmo.org.tr

Bu sayıda konuğumuz, yurt dışında ve yurt içinde birçok başarılı çalışmaya imza atan, sayısız öğrenci yetiştiren 7408 sicil numaralı üyemiz Makina Mühendisi Prof. Dr. Sami Turgut Tümer. Birçok kurumda bilimsel proje yürüten ve yöneticilik görevi üstlenen Tümer ile tüm gençlere ilham kaynağı olacak yaşam öyküsünün yanı sıra, akademik çalışmaları ve mesleki deneyimlerini konuştuk…

Önce biraz kendinizden bahseder misiniz? Hayata nerede başladınız, ilköğretim ve lise yıllarınız nasıldı? Hayatınızın bu döneminde yaşamınızın şekillenmesinde etkisi olduğunu düşündüğünüz şehir, kişi ve anılarınızı bizimle paylaşır mısınız?
1951 yılında Tokat’ta, tarih-coğrafya öğretmeni babam ve ev kadını annemin ikinci çocuğu olarak doğdum. Çocukluğum kışın Tokat merkez, yazları o zamanlar bana çok uzak gibi gelen dayımın bağında, geniş ve mutlu bir aile ortamında geçti. O yıllardan, hasat zamanı ağırlık yapalım diye bindirildiğimiz düvende saatlerce dönüp durmamızı, üzüm ve buğday hasatlarındaki hareketli ve biz çocuklar için çok keyifli günleri hep hatırlarım. Bir de lise öğrencisi bir tanıdığımızın sürdüğü atın terkisinde bağa gidişimi ve şimdi Tokat’ta eczacı olan aynı yaştaki bir arkadaşımın ahırlarından kaçırdığımız ata, yularını gem yapıp eyersiz bindiğimizi unutamam…
İlkokul dördüncü sınıftayken babamın tayini Ağrı’ya çıktı. Ablam ve benim okulumuz yarım kalmasın diye annemle beraber o yıl Tokat’ta kaldık. Okullar tatile girince üçümüz bir tankerin önündeki iki kişilik koltukta Ağrı’ya geldik. Bu benim için dünyaya açılışın ilk adımı gibiydi. Yol boyunca gözümü kırpmadan etrafı seyrettim. Ağrı’da en çok özlediğim Tokat’ta çok bol olan meyveydi. O zamanlar mahalle arkadaşlarımdan Kürtçe sözcükler öğrendim. Keşke daha üstüne gidip şimdilerde çat-pat da olsa biraz Kürtçe konuşabilseydim…
Boyumun iki-üç kat yüksekliğindeki kar yığını arasında daracık patikada yürümek korkutucu olduğu kadar da heyecanlıydı. Eski lastik üzerinde ve kızakla kaymanın keyfini ilk kez Ağrı’da tattım. Babam Ağrı Sanat Okulunda yapılan bir kayak getirince ilk kez kayakla da tanışmıştım. Böylece kayak, daha sonra tanışacağım futboldan sonra bugüne kadar yaptığım ikinci spor oldu. Babamın Antakya’ya tayin olması nedeniyle Ağrı’dan, kayaktan ve evlerinde gırtlama çay içmeye alıştığım güzel arkadaşlarımdan, cebimde ilkokul diploması yanında bir de dedemin teşvikiyle başlayıp kısa sürede bitirdiğim Kuran kursu diplomasıyla ayrıldım. Sabun kokan bir kamyonun kasasında iki gün süren bir yolculukla Antakya’ya vardık ve deyim yerindeyse Antakya hepimizi büyüledi…
Antakya’da sizi büyüleyen neydi?
Dört yıl geçirdiğim bu eşsiz kent bugün hala anılarımı süslüyor. Ancak 6 Şubat depreminden sonraki hali beni kahrediyor. Hatay gerçekten çok güzeldi ama daha da güzeli, farklı kimliklerini bir yana bırakıp hoşgörü ve barış içinde birlikte yaşama kültürü geliştirmiş güzel insanlarıydı. Orada edindiğim arkadaşlıklar bugün hala devam ediyor. Antakya’da Nuseyri arkadaşlarımın evlerinde yediğim leziz yemekler yanında bu kez de Arapça ile tanıştım. Çünkü çoğunun anneleri pek Türkçe bilmiyordu. Ancak arkadaşlarım Ağrı’dakiler kadar istekli olmayınca birazcık Arapça yaşamımın sonraki yıllarında mümkün oldu. Ortaokulu ve lise birinci sınıfı okuduğum Antakya Lisesinin, eğitim kalitesi ve kadrosuyla beni sonraki yıllarda şekillenecek mesleki ve akademik yaşamıma hazırlamakta önemli bir yeri oldu. Çocukluktan delikanlılığa adım attığım, bu arada hem oyuncu hem izleyici olarak futbolun yaşamıma girdiği Antakya, bugün taptaze kalan anılarıyla yaşamımın önemli halkalarından birini oluşturuyor.
Babamın tüm hayali Ankara’ya tayin olmaktı. Lise ikinci sınıfa geçtiğim yaz babamın tayini çıktı ve Ankara’ya taşındık. Antakya’dan komşumuzun çok yakınında bir ev kiraladık. Liseyi evimizin yakınındaki Ankara Atatürk Erkek Lisesinde bitirdim. AAL o yıllarda liselerarası bilgi yarışmalarında ve mezunlarının üniversite giriş sınavlarında gösterdiği başarılarla Türkiye’nin önde gelen liselerindendi. Aralarında atladığım olur endişesiyle isimlerini vermekten çekindiğim hocalarımız hepimizin kariyerini etkiledi. Ortam değişikliği yanında AAL eğitim standartları ilk başta beni biraz zorlamıştı, ama liseyi altıncılıkla bitirmeyi başardım. O güne kadar pek kafa yormadığım, kendime bir meslek ve üniversite seçme aşaması da kapıya dayanmıştı.
1968 yılında ODTÜ’ye girdiniz ve oradan Makina Mühendisi olarak mezun oldunuz. ODTÜ’yü tercih etme nedeniniz neydi? Makina Mühendisi olma kararını nasıl verdiniz? Ailenizin kararınızdaki etkisi veya desteği oldu mu? Mühendis olma kararınız hayatınızda sizi mutlu etti mi?
Üniversite aşamasına geldiğimde aklımda belirli bir meslek ve hedeflediğim bir üniversite yoktu. Ailem bu kararı bana bırakmıştı. Ama başarılı bir öğrenci olarak yakın çevrem o günlerin gözde meslekleri olan mühendislik ve hekimlik telkinleri yapıyordu. Sosyal bilimlere ilgim vardı. Siyasal Bilgiler Fakültesi ve diplomatlık da aklımdan geçiyordu. Ama telkinler ağır bastı ve mühendislik ya da tıp diyerek yola çıktım. Babam İstanbul’a gitmemi hiç istemediğinden ODTÜ ve Üniversiteler Arası Giriş sınavlarına katıldım. İlk önce ODTÜ sınavının sonucu belli oldu. Mühendislik fakültesini kazanmıştım. ODTÜ hiç bilmediğim, şehrin uzağında bir yerdi. Babamla gittik ve şöyle bir etrafa baktık. Nedense bir anda içim ısınmıştı. Hacettepe Tıpı kazandığım haberi gelmesine rağmen ben o anda ODTÜ’lü olmuştum bile. Birinci sınıf notlarıma göre istediğim bölüme girebiliyordum ama kararsızdım. O zamanlar meslekleri tanıtan programlar pek yoktu ve yakın çevremde önerilerini alacağım mühendisler bulunmuyordu. Tercih formunu doldururken AAL ve birinci sınıftan arkadaşlarımla konuştum. Hepsinin yönlendirmesi farklıydı. Ama ben AAL’den sınıf arkadaşım Nevzat Özgüven’in telkinine uyarak ilk tercihim olarak Makina Mühendisliğini işaretledim.
Hem Makina Mühendisi hem ODTÜ’lü olmak beni çok mutlu etti ve çok şey kazandırdı. Bunu bir yandan “ODTÜ Etkisi” dediğimiz ortama, diğer yandan Makina Mühendisliğinin son derece geniş ilgi alanına ve bu eğitimi alanlara sağladığı analitik ve bütüncül düşünme ve uygulama becerisine bağlıyorum. Meslek hayatım boyunca Makina Mühendislerinin finanstan bilişime, pazarlamadan yönetim planlamasına kadar farklı alanlarda sivrildiklerini ve üstün profesyonel başarılara imza attıklarına şahit oldum. Bunun çarpıcı örneklerinden birisi, geçmişte bir ara Türkiye’nin en büyük altı inşaat şirketlerinin beşinin başında Makina Mühendislerinin bulunmasıydı. Ben de üniversiteye adım atarken içimde kalan tıp ilgimi, biyomekanik alanında araştırmalar yapmak, bu kapsamda Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon ile Ortopedi kongrelerine katılıp bildiriler sunmak, ameliyat ve kadavra incelemesi izlemek ile gidermiş olduğumu düşünüyorum.
TÜBİTAK’taki görevim kapsamında Türkiye’nin AB Altıncı Çerçeve Programlarına katılımının AB nezdinde müzakere ekibinde yer almak, Teknoloji Öngörüsü ve Bilim ve Teknoloji Politikası oluşturma sürecinde Vizyon-2023 Projesini koordine etmek, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsündeki görevim çerçevesinde bütçe ve çeşitli yönetmelik ve yönergeleri hazırlamak gibi çalışmaları hep Makina Mühendisliği eğitiminde kazandığım bilgi ve becerilerle yürüttüm. Aklımda kalan diğer ilgi alanlarıma hitap ettiğinden olsa gerek, son derece de keyif aldım. Üniversite giriş aşamasındaki yakınlarıma hep bu örnekleri vererek, şu an olgunlaşmış bir tercihleri yoksa ileride eğilimlerine göre tekrar seçim şanslarının olacağı makina mühendisliği tavsiyesinde bulunmuşumdur.
ODTÜ Makina Mühendisliği Bölümündeki eğitim hayatınızdan, sizde etkileri olan olaylar ve kişilerden, akademisyen olmaya nasıl karar verdiğinizden de bahseder misiniz?
ODTÜ’nün ve Makina Mühendisliği Bölümünün yaşamımı şekillendiren çok yönlü katkıları oldu. Bir yandan giderek ısındığım derslerden her an yeni bilgiler edinirken, diğer yandan toplumsal konularda kitaplar okumaya, ülkemin sorunları ve geleceği ile ilgili düşünmeye başlamıştım. 68 Kuşağının en hareketli yıllarını ODTÜ’de yaşamış bir öğrenci olarak Komer’in arabasının yakılması dahil, 68-71 yılları arasındaki olaylara bizzat şahit oldum. 71 Muhtırası ile tüm okullar kapanınca ailem beni apar topar Tokat’a gönderdi ve eğitime tekrar başlayıncaya kadar günlerimi bağda bol bol kitap okuyarak geçirdim.
İkinci sınıftan itibaren Nevzat Özgüven ve Nail Özboya ile üçlü bir ders çalışma grubumuz vardı. Aramıza bazen Feza Yasav da katılırdı. Her hafta birimizin evinde toplanırdık. Annelerimiz bizi besleyip yataklarımızı hazırlarken, bizler çalışmamız bitince bazen bir şişe köpüklü şarap eşliğinde derin sohbetlere dalardık. Bölümde birlikte öğrenci asistan adından kadrolu asistan olduk. Nail Özboya doktora için gittiği ABD’ye yerleştikten sonra bağımız büyük ölçüde koptu. Nevzat Özgüven ile yakınlığımız yıllar içinde yakın dostluğa dönüştü. Şimdilerde de dert ortağım ve sırdaşım iki kişiden birisi Nevzat Özgüven diğeri gene ODTÜ Makinadan sınıf arkadaşım Hakkı Eskicioğlu’dur.
Haziran 1973’te, sınıfın altıncısı olarak mezun oldum. Ardından açılan sınavı kazanarak ODTÜ kadrolu asistan oldum. Bölümdeki hocalarımızdan çok farklı açılardan beslendim, bana büyük katkıları oldu. Rahmetli Orhan Kural’ın her derste sergilediği teatral performansın büyük etkisi oldu. Üçüncü sınıftayken Akışkanlar Mekaniği hocamız rahmetli Ömer Göksel ofisine çağırarak, bende akademisyen potansiyeli gördüğünü, istersem yeni açılacak ODTÜ Gaziantep Kampüsünde öğretim üyeliğine yönelik doktora bursu sağlayabileceğini söyledi. Çok onurlanmıştım ve sanıyorum o gün akademisyenliği çok daha ciddi olarak düşünmeye başladım. Dördüncü sınıftayken bu kez bölümdeki tek profesör olan Sadık Kakaç hocamız beni çağırarak, “Doktora için ABD’ye gidersin ama yüksek lisansını burada yapmanı tavsiye ederim, asistan Kazım Akyüzlü’yü gör o seni tez konusu hakkında bilgilendirir” dedi. Ben hem mekanik hem ısı opsiyonlarından ders almama rağmen tam da o sıralarda mekanikte karar kalmıştım. Ama bir şey diyemedim ve Kazım Akyüzlü ile konuştum. Biraz düşündükten sonra Sadık hocamıza hem yüksek lisans hem doktora için yurtdışına gitmeye karar verdiğimi söyledim. Anlayışla karşılayıp başarılar diledi. Bu arada Milli Eğitim Bakanlığı bursunun ODTÜ kontenjanı için sınava girmiş ve kazanmıştım. Ne var ki ortada bambaşka bir sorun vardı.
Bahsettiğiniz sorun neydi?
ODTÜ’ye başladığımda aklımda profesyonel mühendislikten başka bir kariyer planı olmadığından, biraz da aileme katkıda bulunmak amacıyla, Karabük Demir Çelik Bursunu almış ve mezun olunca orada işe başlamayı taahhüt etmiştim. Babama durumu açıklayınca, hemen emekli olurum zorunlu hizmetini öderiz dedi ve öyle de yaptı. ABD’de birçok yerden kabul aldım ve rahmetli Süha Selamoğlu hocamın önerisiyle Illinois Üniversitesi’nde kinematik alanında çalışmaya kara verdim. Ancak bir süre sonra babamı trafik kazasında kaybettim ve annemi yalnız bırakmamak için gidişimi bir yıl erteledim ve sonrasında da uzun süre ayrı kalmayalım diye İngiltere’ye karar kıldım. Bölüm Başkanımız Bilgin Kaftanoğlu bana tekstil makinaları konusunu önerdi ve böylece 1974’de bir sonbahar günü University of Manchester Institute of Science and Technology’de (UMIST) yüksek lisans ve doktora yapmak üzere yaşamımda ilk kez uçağa bindim.
İngiltere’deki deneyimlerinizi de paylaşır mısınız?
Orada ilk fark ettiğim, bir zamanlar tekstil sanayiinin merkezi konumundaki İngiltere’nin tekstil mühendisliği dalını üniversite eğitimini dışına çıkararak, bölümlerin adını tekstil teknolojisi ve tekstil tasarımı olarak değiştirdiği oldu. Bu aslında planlanan bir sürecin başıymış ki, halen tekstil konusu Manchester Üniversitesi’nde Malzeme Bölümü altında bir araştırma alanı ve mühendislikle ilgisi yok. Doğal olarak bu durum beni epey rahatsız etti. Ama MEB bursumun başka bir bölüme devri uzunca bir süreç gerektirdiğinden ve bu arada burs da kesileceğinden lisansüstü eğitimimin sonuna kadar orada kaldım.
Eğitimim iki dönem boyunca tekstil teknolojisi dersleri ile başladı. Açıkçası ODTÜ’deki lisans eğitimi yanında bu konular bana çok hafif geldi ve fazlaca bir çaba harcamadan dersleri bitirdim. Altı ay bursumu kestirip kısa dönem askerlik için Ankara’ya geldim. Bu süre sonrasında 1976 sonlarına doğru yüksek lisans tezimi de tamamlayarak tığlı (rapier) dokuma makinaları konusunda doktora çalışmalarıma başladım.
Yukarıda bahsettiğim kolaylığın da katkısıyla, Manchester’de oldukça aktif bir sosyal yaşamım oldu. Manchester dışında da adanın birçok yerini görme fırsatım oldu. Çeşitli STK ve sendikaların toplantılarına katıldım. Bunlar sayesinde bambaşka bir toplumun insan davranışlarını, tarihini ve kültürünü öğrenme ve bizzat gözlemleme şansını elde ettim. Britanya toplumunun beni en etkileyen yönü her şeye, ama her şeye sistem yaklaşımlarıydı. Tabii ki bu arada bizim toplumumuzun onlarda olmayan, övüneceğimiz birçok hasleti olduğunu da görerek, iyi ki Anadolu kültüründe doğup büyümüşüm dediğim çok olmuştur. Ama birisi bana ülkene oradan ne getirmeyi isterdin diye sorsa düşünmeden, olgulara ve problemlere sistemik yaklaşımları yanında, demokrasiyi yurttaş düzeyinde içselleştirmiş olmaları ve toplum içinde yaşama bilinç ve sorumluluğu derdim.
Doğal olarak İngiltere’de geçirdiğim beş buçuk yıl boyunca ülkemde yaşanan toplumsal ve siyasal çalkantılara kayıtsız kalmam da mümkün değildi. Manchester’de 300 üzerinde Türk öğrenciye yönelik kurulan Manchester Türk Öğrenci Derneği yanında, o yıllarda Türkiye’deki öğrenci örgütlenmeleri paralelinde kurucuları arasında yer aldığım bir dernekte aktif olarak çalıştım. Almanya’ya kadar ilettiğimiz, ancak kısa bir süre devam ettirebildiğimiz bir dergide yazılar yazdım. Ülkemi orada tanıtmak için konferanslar verdim, folkloru orada öğrenip oynadım.
Meslek yaşamınızı öğretim üyesi olarak ODTÜ’de başladınız ve orada tamamladınız. Akademisyen olarak yürüttüğünüz çalışmalar ve üstlendiğiniz diğer görevlerden bahseder misiniz?
1980 ortalarında doktoramı bitirir bitirmez, bölüm başkanımız Ahmet Şevket Üçer hocamız Hazirana ertelenmiş yeni dönemde makina elemanları dersi vereceğimi söyleyerek hemen dönmemi istedi ve ODTÜ’de göreve başlamış oldum. Tabii dönemi bitirmenin hemen ardından 12 Eylül geldi ve tüm Türkiye’de olduğu gibi ODTÜ’de de her şey bir anda durdu…
Tekstil konusuna hiç ısınamamıştım ve Ankara bu konuda araştırma yapmaya uygun değildi. Bu nedenle ODTÜ’de aklımdaki birkaç konuyu tamamladıktan sonra araştırmalarıma makina dinamiği konusunda devam ettim. Sonra Türkiye’de tekstil sektörünün en büyüğü sayılan kuruluştan cazip bir iş teklifi aldım. Ama artık akademisyenlik benim için vazgeçilmez hale gelmişti ve reddettim. Ardından bölümden arkadaşım Engin Kılıç’ın, çalışmakta olduğu S. Arabistan Kral Suud Üniversitesinin benim konularda acil ihtiyacı olduğunu söyledi. Nişanlım Neslihan ile yeni bir ev kurmanın zorluklarını da ortadan kaldıran ve akademisyenlikle bağımı koparmayacak olan bu fırsatı kullanmaya karar verdik. Oradaki ortam beklediğimizden çok iyiydi ve o sıralar ODTÜ’den tanıdığımız onlarca arkadaşımız vardı. İki yıl planladığımız S. Arabistan deneyimimiz beş yıl sürdü ve bu arada oğlum Fikret dünyaya geldi ve dünyalar benim oldu.
Suudi Arabistan yıllarımın bana en büyük katkısı ODTÜ’de de ders vermiş olan ABD Ohio State Üniversitesi’nden Ali Erkan Engin ile tanışmak oldu. Ali Erkan Engin beni biyomekanik konusuna çekti. Birlikte diz ve omuz biyomekaniği konularında araştırmalar yürütüp yayınlar yaptık. 1990 yılında tekrar ODTÜ’ye döndükten sonra da araştırmalarıma hep bu konuda devam ettim. Bu kapsamda tez öğrencilerim rahmetli Cenk Güler ve Shahid Shafiq ile birlikte 1995’de Türkiye’nin o zamanki ilk ve tek yürüyüş analizi sistemini geliştirdik. Tıp fakültelerinden araştırmacıların hastalarına bizim biyomekanik laboratuvarımızda çeşitli biyomekanik testler yaptık.
TÜBİTAK’ta da uzun yıllar görev aldınız. Buradaki deneyimlerinizi anlatır mısınız?
1998-2004 yılları arasında ek görevli olarak TÜBİTAK’ta çeşitli görevler üstlendim. İlk bir buçuk yıl makina, malzeme ve kimya mühendisliği alanlarında akademik proje destek başvurularının incelenerek sonuçlandırıldığı MİSAG yürütme komitesi sekreterliğini yaptım. Ardından TÜBİTAK Asosye Başkan Yardımcısı oldum. İlk olarak Türkiye’nin AB Altıncı Çerçeve Programına aday ülke statüsünde girme sürecinde yoğun bir mesai harcadım. Hem AB araştırma destek programlarının inceliklerini öğrenmek, hem resmi toplantılara katılmak için bir ara her Salı Brüksel’e gidip Perşembe dönüyordum. Diğer yandan, karar verecek siyasi mercilere sunumlar yapıyor, bu konuda ikna etmeye çalışıyorduk. Sonuçta Türkiye’nin ilk kez AB’nin araştırma destek programlarına girmesini sağladık. Ardından üniversitelere ve sanayi odalarına AB Ar-Ge desteklerinin ayrıntılarını anlatmak ve araştırma ağlarına girmelerini teşvik etmek amacıyla sunumlar yapmaya yoğunlaştım.
Bir süre sonra TÜBİTAK Başkanı rahmetli Namık Kemal Pak benden Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına doğru bilim ve teknoloji politikalarını belirleme çalışmalarını üstlenmemi istedi. Türkiye’de bu konuda araştırma yapmış uzmanlar varken bu görevin neden bana verdiğini anlamadığımı ve biraz da rahatsız olduğumu belirtmek isterim. Namık hocaya bu endişemi aktarınca ODTÜ İktisat Bölümünden Prof. Dr. Erol Taymaz’ı danışman olarak ekibe katabileceğimi söyledi. Biraz rahatlamıştım ve hemen Erol Taymaz’ı aradım. ODTÜ kafeteryasında buluşacaktık ama birbirimizi nasıl tanıyacağımızı sorunca, siz benim Makina Mühendisliği Bölümünden hocamdınız ben sizi tanıyorum dedi. Demek makina mühendisliğini tam sevdirememişim ki ardından iktisat profesörü olmuş diye düşünmeden edemedim. Sonraki yıllarda Erol Taymaz ile verimli birlikteliğimiz Kuzey Kıbrıs Kampüsünde da devam etti.
Büyük ölçüde Erol Taymaz’ın katkılarıyla Vizyon-2023 Projesini 2003 yılında tamamladık. Bu kapsamda, 20 sektörel ve 2 tematik alanda yürütülen panel çalışmaları ve Delfi sorgulamasını içeren Teknoloji Öngörü Projesini sonuçlandırdık. Buna paralel olarak sanayi kuruluşları ve üniversitelerden, araştırmacı envanteri, teknolojik yetenek düzeyi ve ulusal Ar-Ge altyapısına yönelik veriler toplandı ve değerlendirildi. Tüm bu çalışmaların sonucunda “Ulusal Bilim ve Teknoloji Politikaları: 2003-2023 Strateji Belgesi” dokümanı ortaya konuldu.
Sanırım TÜBİTAK’tan istifa ederek ayrıldınız…
Evet, 2003 yılının sonlarına doğru mevcut hükümetin TÜBİTAK yönetimini değiştirmeye yönelik girişimleri nedeniyle, Ocak 2004’de diğer TÜBİTAK üst yönetimindeki arkadaşlarımla birlikte ben de istifa ederek ayrıldım. Ders ve araştırma faaliyetlerine geri dönmek bana mutluluk vermeye başlamıştı ki, 2005 Mayıs ayında bir bilirkişilik seyahatindeyken ODTÜ Rektörü Ural Akbulut arayarak önümüzdeki akademik yıl eğitim-öğretim faaliyetlerine başlayacak olan Kuzey Kıbrıs Kampüsü (KKK) rektör yardımcılığı görevini teklif etti ve dönüşünde hemen Kampüs Rektörü Ahmet Acar’la görüş dedi. İlk kez bu vesileyle tanıştığım, özlemle andığım rahmetli Ahmet hocadan çok etkilendiğimi ve bu görevi kabul etmemde Kuzey Kıbrıs Kampüsünden öte onunla birlikte çalışacak olmanın bende yarattığı heyecanın rol oynadığını söylemeliyim.
Birkaç kez Ahmet Hoca ile Kıbrıs’a gidip geldik. Kampüs inşaatları hala devam ediyordu ve Eylül ortasında yeni akademik yıl başlayacaktı. Ağustos ortalarında bu kez kalıcı olarak Güzelyurt’taki ODTÜ Kampüsüne gidip Ahmet Hoca, ben ve Genel Sekreter Erdal Onurhan, küçük bir ekiple çalışmaya koyulduk. Ben sadece akademik işlerden sorumluydum. İlk gördüğümde hiç ihtimal vermememe rağmen, Ahmet hocanın olağanüstü gayretleriyle inşaatlar tamamlandı ve akademik yılı Ankara’dan bir hafta sonra başlatabildik. Bu süreç o kadar çok anılarla dolu ki, bunları ancak ayrı bir yazıda dile getirebilirim. Sadece şu kadarını belirtmek isterim. Gören herkesin hayran kaldığı ve kuruluşundan bu yana KKTC’deki en prestijli üniversite konumunda olan ODTÜ-Kıbrıs, arazi seçiminden kampüs mimarisine, akademik programlardan idari yapılanmasına kadar, her şeyi en ince ayrıntısıyla planlayan ve titizlikle uygulanmasını denetleyen, bu süreçte her zorluğa göğüs geren ve hiç pes etmeyen Ahmet Acar’ın eseridir.
Onunla Kıbrıs’ta hep birlikte mi çalıştınız?
İlk akademik yılı Ahmet Hocanın yardımcısı olarak tamamladıktan sonra beni çok üzen ayrılık gerçekleşti. Ahmet Hoca ODTÜ-KKK Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Kampüs Rektörlüğünü bana devrederek Ankara’daki Rektör Yardımcılığı görevine döndü. Ben de bu görevi, Ahmet Hocanın ODTÜ Rektörlüğü dönemi de dahil, 10 yıl sürdürerek 2016 yılında tekrar Ankara’daki ofisime döndüm.
ODTÜ-Kıbrıs, bir devlet üniversitesinin Türkiye dışında kurduğu ilk yerleşkedir ve bu proje Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs politikası çerçevesinde ODTÜ’ye bir devlet görevi olarak verilmiştir. İlk başta ODTÜ bileşenlerinde anlaşılır endişeler yaratmış olsa da Kıbrıs’ta ODTÜ eğitim-öğretim standartlarından kesinlikle taviz verilmediği görüldükçe, bu endişeler ortadan kalktı. Bu noktaya geliş şüphesiz kolay olmadı. Bir yandan kuruluş protokolünden kaynaklanan sorunlar, diğer yandan Kuzey Kıbrıs’a özgü koşullar ve bazı ön yargılar tüm çalışanları yorduysa da yavaş yavaş ortaya çıkan bir eseri gözlemlemek heyecan ve mutluluk vericiydi.
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü’nde uzun süre yürüttüğünüz Rektör Yardımcılığı ve Rektörlük görevleriniz sırasındaki deneyimlerinizden bahseder misiniz?
Bu görev sayesindeki kazanımlarımın başında Kıbrıs’ın güzelliklerini keşfetmek ve Kıbrıs Türk halkını yakından tanımak gelir. Kıbrıs’ın güzelliklerini giden herkes bilir, ancak Kıbrıs Türk halkını tanımak için onlarla birlikte yaşamak, onları dinlemek ve anlamak gerekir diye düşünüyorum. Ben hem bunları yaptım hem Kıbrıs Türk ve Rum kaynaklarından kitaplar okudum. Geldiğim noktada, Kıbrıs Türklerine bakışım öncekine göre oldukça değişti. Artık Türkiye’den Kıbrıslı Türklere biraz “şaşı” bakıldığını düşünüyorum.
Kıbrıs’ta ortalama gelirin ve asgari ücretin daha yüksek olması, Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğunun Rumlarla federatif bir yapıda yeni bir ortak devlet arzu etmeleri ve Türkiye’nin bir ili olmak istememeleri, Müslümanlık ile bağlarının “zayıf” olması, çoğunluğunun Güney Kıbrıs pasaportu taşıması gibi pek çok farklı nedenlere dayalı olarak, Kıbrıslı Türklere genellikle bizim kurtardığımız ve şimdi de Türkiye’nin parasıyla maaş ödeyen ama bunun kıymetini pek bilmeyen insanlar gözüyle bakıldığı bir gerçek. Türkiye’de bir kesimin Kıbrıslı Türklerin Müslümanlıklarını sorgularken, bir diğer kesimin de Türklüklerini sorguladıklarını biliyorum.
Ben ise Kıbrıs Türk Toplumunu, yarım asrı aşan bir süredir gelecek ile ilgili belirsizlik içinde yaşayan ve adayı paylaşmaya hiçbir zaman niyetli olmayan Rumlarla Türkiye arasına sıkışmış bir toplum olarak görüyorum. Bu travmatik koşullara rağmen ayakta kalabilmelerini ise, görece yüksek ortalama eğitim düzeyine ve gururla dile getirdikleri “Kıbrıslı Türk” kimliğine bağlıyorum. Bugün gelinen noktada, KKTC’de işleyen bir yargı sisteminin varlığına, STK ve demokratik kitle örgütlerinin etkinliğine gıpta ile bakıyorum. Kıbrıs Türkünün, köklerinin geldiği Anadolu’ya ve Türkiye’ye duydukları katıksız sevgilerine karşı, yıllar içinde oluşan Kıbrıslı Türk kimliğine ve kültürüne saygı beklediklerini, yavru değil kardeş görülmek istediklerini biliyorum.
Türkiye’nin geçmişten günümüze sürdürdüğü bilim, sanayi ve teknoloji politikaları üzerine görüş ve önerilerinizi paylaşır mısınız?
Türkiye’nin bilim ve teknolojideki yol arayışlarının kırk yıllık geçmişi var. 1983 yılında, Prof. Dr. Nimet Özdaş’ın öncülüğünde ortaya konulan “Türk Bilim Politikası:1983-2003” politika dokümanında ve ardından yapılan çalışmalarda yer alan önerilerin ve öngörülen öncelikli bilimsel ve teknolojik faaliyet alanlarının ne kadar isabetli ve sağlıklı oldukları, bu konuda başarılı olan ülkelerin politikalarına bakıldığında açıkça görülmektedir. Örneğin “Türk Bilim Politikası: 1983-2003”, iki yıl sonra Güney Kore’nin ulusal bilim ve teknoloji politika çalışmasıyla büyük ölçüde örtüşen unsurlar taşımaktadır. Ancak takip eden 20 yıl içinde iki ülkenin teknoloji geliştirme ve bundan ekonomik fayda yaratmada sağladıkları başarının çok farklı olduğu bir gerçektir. Bu konuda hiçbir şey yapmadığımız söylenemez, örnek olarak TÜBİTAK bünyesindeki Ar-Ge kuruluşları, TTGV, üniversiteler bünyesinde kurulan teknoparklar, sanayiye Ar-Ge destekleri gibi yeni kurumsal yapılanmaları, bazı yasal düzenlemeleri ve yıllar içinde artan Ar-Ge desteklerini sayabiliriz. O zaman öncelikle sorgulamamız gereken, bizim neyi eksik yaptığımız olmalıdır.
Peki, sizce neyi eksik yapıyoruz?
Bu sorunun bence en çarpıcı yanıtını TÜBİTAK’ta görevli iken katıldığım Orhan Bursalı yönetimindeki bir panelde, bu konuya yıllarca büyük emek vermiş olan rahmetli Aykut Göker verdi. Göker o gün “Politika oluşturmakta eksik kaldığımız söylenemez, ancak bu politikalara siyasi irade sahip çıkmadı, siyasi iradenin bilim ve teknoloji politikalarını önceliğine alması için de halkın bunu talep etmesinden başka bir yolu görünmüyor” anlamında sözler söylemişti. TÜBİTAK’ın bizden sonra, Vizyon-2023 projesinin politika önerilerinden kendisiyle ilgili alanlarında bazı adımlar attığını biliyoruz. Ancak gelişmelere, rakamlara ve çevremizdeki beton yığınlarına bakıldığında, siyasi iradenin “uluslararası rekabet gücü pazarlanabilir mal ve hizmet üretme potansiyelinden çok, bunların ne ölçüde yenilikçi olduğuna ve ileri teknolojiye dayalı yüksek katma değer içerdiklerine bağlıdır” gerçeğinin farkında olduğunu ve gereğini yaptığını söylemek pek mümkün değil. Açıkçası süregelen siyasi ve ekonomik tartışmaları izledikçe bu konuda pek ümitli olamıyorum. Çünkü bu yönde bir atılım, tüm toplumun bir bedel ödemesini de gerektirir. Oysa halkımız halen bambaşka politikaların bedelini ödemekte…
Emeklilik günlerinizde yaptıklarınızdan, ailenizden, özel yaşamınızdan ve meslek hayatınız dışında yapmaktan mutlu olduğunuz şeylerden bahsedebilir misiniz?
2018 yılında emekli olduğumda yakın çevremden artık hobilerine vakit ayırabileceksin sözleri duymuştum. Ama bir baktım ki yaşamım boyunca hep çalışmış ve öyle emeklilik günlerine yönelik pek bir hobi geliştirmemişim. Dolayısıyla çalışmaya devam dedim. Hem ODTÜ’de hem de son dört yıldır Bilkent olmak üzere vakıf üniversitelerinde ders vermeye devam ediyorum. İdarecilik dönemlerimde bir kenara bıraktığım araştırma-geliştirme ve mühendislik problemleriyle uğraşma gibi konulara özlemimi ise, Roketsan’da danışman olarak genç makina mühendisi arkadaşlarla birlikte yürüttüğümüz projelerle gideriyorum. MÜDEK gönüllüsü olarak yurtiçindeki makina mühendisliği akreditasyonu çalışmalarına destek veriyorum.
Ama artık aileme ve yakın dostlarıma daha çok vakit ayırabildiğimi söyleyebilirim. Oğlum Fikret’in işlerini daha yakından takip edebiliyor, zaman zaman benden fikir sormasından da çok mutlu oluyorum. Eşim Nilgün ile yaz tatilimizi rekor iki aya çıkardık. Kısmet olursa önümüzdeki yıllarda bunu artırmayı ve biraz da yurdumuzun farklı yörelerini gezmeyi düşünüyoruz.
Bunca yıllık deneyimleriniz ışığında genç mühendislere ve mühendis adaylarına neler önerirsiniz?
Modern yaşamın büyük bölümü işimizde geçiyor. Üstlendiği işi kerhen yapıp günün bitmesini beklemek kadar insanı mutsuz kılan bir şey düşünemiyorum. Oysa yaşam hep planlandığı gibi gitmiyor. Karşınıza hiç aklınıza gelmeyen başka kulvarlar çıkıyor. Amaç mutlu olmaksa, yaptığınız her işi en iyi şekilde yapmaya ve bundan keyif almaya bakın. Mühendislik, sorunlara bilimi kullanarak çözüm getirmek olduğuna göre, mühendislik eğitimi almış olmakla her işi en iyi şekilde yapma birikimi kazanmış olmanız bu konuda sizin en büyük avantajınız. Bu avantajı kullanabilmek için bilimden ayrılmamak ve kendinizi sürekli geliştirmek için öğrenmeye ara vermemeniz şart. Çünkü artık bazı alanlarda bilginin yarı ömrü 10-15 yıla kadar düştü. Bilgilerini güncellemeyenin geride kalacağı bir dünyada yaşıyoruz…”

TESKON+SODEX 2025 Tamamlandı

TMMOB Makina Mühendisleri Odası’nın (MMO) düzenlediği 16. Ulusal Tesisat Mühendisliği Kongresi TESKON 2025 ve Hannover Messe Sodeks Fuarcılık A.Ş. tarafından düzenlenen Isıtma, Soğutma, Kilma, Havalandırma, Yalıtım, Pompa, Vana Fuarı teskon+SODEX, 16-19 Nisan 2025 tarihleri arasında İzmir MMO Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi’nde gerçekleştirildi.Türkiye’den sektör profesyonelleri, akademisyenler ve öğrencilerin yanı sıra Türkiye’nin birçok ilinden ziyaretçileri ağırlayan […]

BESİAD’da Başkan Sinan Topuk Güven Tazeledi

Bağlantı Elemanları Sanayici ve İş İnsanları Derneği (BESİAD) 19. Olağan Genel Kurul Toplantısı gerçekleştirildi. Divan Başkanlığını Remzi Topuk’un üstlendiği Genel kurulda, 2023 ve 2025 yıllarının faaliyetleri değerlendirilirken, BESİAD Yönetim Kurulu Başkanı Sinan Topuk, oy birliğiyle yeniden göreve seçilerek güven tazeledi.Topuk, bağlantı elemanları sektörünün yaklaşık 800 milyon dolarlık ihracat hacmiyle ülkemiz ekonomisine sağladığı yüksek katma değerin […]

ENERJİ PERFORMANS GÖSTERGELERİ VE DEĞERLENDİRMESİ

ISO 50001 EnYS standardının (aşağıda sadece standart denilecektir) bir kuruluşta oluşturulmasıyla çok sayıda yararlar sağlanır. Bunlardan bazıları aşağıda listelenmiştir [33]:• Standartta, enerji verimliliğinden elde edilen kazançların, uzun-vadeli gider tasarruflarına yol açan, zaman içinde sürdürülebilir olmasını sağlayan, sürekli iyileştirmeye odaklanılır.• Standart, yatırımlarla önemli getiriler sağlanarak, kuruluşları veriye dayalı analizle, gider açısından etkin enerji tasarruf projelerinin önceliklendirmesi […]

Sunuş (Sayı:100)

Değerli Meslektaşlarımız, Mühendis ve Makina-Güncel Dergimizin 2025 yılı Nisan sayısı ile karşınızdayız. Bu sayımızda Enerji, Dijital Dönüşüm, Su Kaynakları, Otomotiv konularında hazırlanmış dört yazı ile birlikte Birlik’ten, Kongre, Sektör Haberleri ve Eğitimlerimiz bölümlerine yer verilmiştir. Enerji bölümünde yer alan ilk yazımız Arif Hepbaşlı tarafından hazırlanan “Enerji Performans Göstergeleri ve Değerlendirmesi” başlıklı yazıdır. Yeryüzünde kaynaklar az […]

Künye
Yerel Süreli Yayın
YAYIN TARİHİ
Kasım 2024
Cilt: 65 Sayı: 778
MMO ADINA SAHİBİ
Publisher
Yunus Yener
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Executive Editor
Yunus Yener
YAYIN SEKRETERİ
Editorial Secretary
Ceren Yılmaz Aras
Yayın Kurulu
Editorial Board
S. Melih Şahin
Fuat Tiniş
Levent Çorbacıoğlu
C. SerdarSönmez
B. Oğuz Gürses
Serdar Uzgur
Aytekin Çakır
Dursun Çiçek
Hasan Kobakçı
Doğukan Karaca
İLAN ADRES
Advertising Representatives
yayin@mmo.org.tr
KAPAK VE SAYFA TASARIMI
Cover and Page Design
Muazzez Polat
TEKNİK SORUMLU
Technical Manager
Mehmet Aydın
YÖNETİM YERİ
Head Office
Meşrutiyet Cad. No: 19/6 Kızılay Ankara
Tel: +90 312 425 21 41
Fax: +90 312 417 86 21
E-posta: yayin@mmo.org.tr
Ağ: www.mmo.org.tr
BASKI YERİ
Printed by
Cem Web Ofset A.Ş.
Alınteri Blv. No. 29 Ostim - Ankara
Tel: +90 312 385 37 27
Basım Tarihi: 1 Kasım 2024
Baskı Sayısı: 15.000
TMMOB Makina Mühendisleri Odası yayın organı olan ve 1957 yılından itibaren yayımlanan (iki farklı isimle yayımlanmıştır.) Mühendis ve Makina dergisi, 2017 yılından itibaren Mühendis ve Makina Güncel ismiyle Makina Mühendisleri Odası üyelerine gönderilmektedir. Dergimizle ilgili detaylı bilgi almak için www.mmo.org.tr genel ağ adresinden yararlanabilirsiniz. Ayrıca telefon, faks veya e-posta yoluyla da bize ulaşabilirsiniz.
Bu web sitesi çerez kullanmaktadır
Sitemizin çalışması için gerekli olan çerezleri kullanıyoruz. Siteyi kullanmaya devam ederek bunları kabul etmiş olursunuz.
Bizi Takip Edin
MMO
TMMOB