Bu sayıdaki konuğumuz Odamızın 6041 numaralı üyesi Makina Mühendisi Prof. Dr. Ahmet Arısoy. Yaklaşık elli yıldır büyük bir sevgi ve başarıyla meslek hayatını sürdüren Arısoy ile akademi hayatının yanı sıra sektörde yer alan ve birçoğunun kuruluşunda yer aldığı STK’larda sürdürdüğü çalışmaları ve yöneticilik deneyimlerini konuştuk…
Önce biraz kendinizden bahseder misiniz? Hayata nerede başladınız, ilköğretim ve lise yıllarınız nasıldı? Hayatınızın bu döneminde yaşamınızın şekillenmesinde etkisi olduğunu düşündüğünüz şehir, kişi ve anılarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Ankara’da doğdum ve 1967 yılında İTÜ için İstanbul’a gelinceye kadar bu şehirde yaşadım. Ankara’da geçirdiğim çocukluk ve ilk gençlik yıllarının kişiliğimin oluşmasında ve hayatımda çok büyük bir yeri vardır. 74 yıllık hayatımın 17 yılını Ankara’da geçirdim, yani hayatımın yaklaşık yüzde yirmisi, ancak bugün geri dönüp baktığımda, hatıralarımın en az yüzde ellisi bu döneme ait. Yani tam Türkiye’nin gelir dağılımı gibi yüzde 20’lik kesim, yüzde 50’ye sahip. İlk, orta ve liseyi Ankara’da okudum. Yıldırım Beyazıt Lisesinden mezun oldum. Bizim lisemiz o zamanlar belki Ankara’nın en genç lisesiydi ve futbolu ile ünlüydü, Türkiye şampiyonuydu. Ama aynı zamanda çok kuvvetli bir öğretmen kadrosu vardı, burada çok iyi bir eğitim aldığımı düşünürüm. Lise son sınıf benim hayatımın zirve dönemlerinden biridir. O zamanlar üniversiteye girişte sınavlar vardı ama yıl içinde sınava çalışmak gibi bir ihtiyaç yoktu. Dolayısıyla birçok şeyle uğraşıp, o son yılın keyfini çıkarmıştım. O dönemdeki ilgilerim bir açıdan hayatımın geri kalanına yön verdi diyebilirim.
Makina Mühendisi olma kararını nasıl verdiniz? Ailenizin kararınızdaki etkisi veya desteği oldu mu? Mühendis olma kararınız hayatınızda sizi mutlu etti mi?
Mühendis olmayı küçüklükten beri isterdim. İTÜ tutkusunda ise lise sondaki fizik öğretmenimin büyük katkısı vardır. Fizik dersinde bize İTÜ giriş sınavında sorulan soruları sorardı. O dönemde İTÜ ayrı bir sınavla öğrenci alırdı. Bu sınav klasik problem çözümü şeklinde olur ve iki gün sürerdi. Birinci gün matematik sınavı, ikinci gün fizik ve kimya sınavı olurdu. Matematik yüzde 60, fizik yüzde 30 ve kimya yüzde 10 etki ederdi. Buradaki matematik ve fizik soruları orijinal olur ve kendi görüşünüz olmadan, bilgi ve zekâ bir arada olmadan çözemezdiniz. Belki de bu sınavı kazanmak başlı başına bir meydan okumaydı. Ayrıca İTÜ’de okumak Ankara’da yaşayan bir lise öğrencisi için inanılmaz bir hayaldi. O yaz Ortadoğu Teknik Üniversitesi sınavı, Harp Okulu sınavı, Genel Üniversite sınavı ve İTÜ sınavı olarak, bir dizi sınava girdim. Bunların hepsinde de başarılı oldum. Ama en son girdiğim İTÜ sınavını kazanınca, hiç tereddüt etmeden İTÜ Makina Fakültesine kayıt oldum. Babam doktor olmamı ve Ankara’da kalmamı istedi. Ama benim hevesim ve kararlılığım karşısında durmadı.
Hayatta verilecek iki önemli karar, iş ve eş kararıymış. Ben işimi seçmiştim ve bu seçimden hiç pişman olmadım. Mühendislik beni mutlu etti, hâlâ mutlu etmeye devam ediyor. Hâlâ mühendislik yapmaya devam ediyorum. Benim mutlu olabilmem için ucu açık problemlerle uğraşmam gerekiyordu. Seçtiğim akademik kariyer, bana Türkiye koşullarında bu olanağı verdi. Akademik kariyerimde beni mutlu eden şey ise ders vermek değil, araştırma yapmaktı. Bilmece çözmek gibi yani, yeni bir şey yaratmak, çözülmeyen bir sorunu çözmek, orijinal bir tasarım yapmak, yani mühendislik yapmak bana hep keyif verdi ve hayatta tatmin duygusu verdi. Mutluluğum para kazanmaktan çok bu zihinsel tatmin duygusunda, başarı duygusunda oldu.
1972 yılında İTÜ’yü bitirip makina mühendisi olarak mezun oldunuz. İTÜ’yü yeğleme nedeniniz neydi? Buradaki eğitim hayatınız sırasında sizde etkileri olan olaylar ve kişilerden bahseder misiniz?
İTÜ’yü tercihimden yukarıda söz ettim. İTÜ’nün kendine özgü bir kültürü vardı, uzun geçmişinden gelen bir mirastı bu. Aslında her okulun kendi kültürü vardır ve sizin kişiliğinizin oturmasında bu üniversite yaşamı en önemli katkıyı koyar. Sonunda buradan mezun olduğunuzda artık sizin bir duruşunuz, hayata bakışınız, problemlere yaklaşımınız vardır. Yani bir varoluştur bu. Tabii bunu ancak karakteri olan kuruluşlar verebilir. Ben 1972 yılında beş yıllık eğitimden sonra yüksek mühendis olarak mezun olduğumda, artık bir İTÜ’lüydüm. Bu yakamdaki rozet gibi bana yapışmış bir kişilikti. Sınıf arkadaşlarım daha sonra çok farklı alanlarda, pek çok şey oldular. Siyasetin de içinde en sağından en soluna yer aldılar. Ama nerede olursa olsunlar, neyle uğraşırlarsa uğraşsınlar bir karakteri hep korudular, o da İTÜ’lü olmalarıydı. Bence bu karakterin temelini matematik oluşturdu. Analitik düşünme ve matematiği hayatımızın her alanında kullanmak ortak beceri ve özelliğimizdi. Mezuniyetten 50 yıl sonra hayatta kalanlarımız hâlâ birlikteyiz, farklı uçlarda bile olsak birbirimizden kopmadan arkadaşlığımızı sürdürüyoruz.
Burada bize, bana etkileri olan kişilerden çok, olaylardan söz etmeliyim. Özel bir dönemde üniversite hayatım geçti. Bu dönem bütün dünyada değişim dönemiydi ve bu kuşak 68 kuşağı olarak tanımlandı. Olaylar öylesine hızlı gelişti, yerleşmiş ön yargılar öylesine hızlı kırıldı, yerleşmiş ve benimsenmiş düşünceler öyle hızla sorgulandı ki, bu dinamik ortamdan gelişmeden çıkmak, düşünebilen insan için mümkün değildi. Bundan ben de nasibimi aldım. Burada kazandığımız devrim bilincini, toplumdan yana olma tercihini, değişim ve değiştirme pratiğini, sorumluluk duygusunu bütün hayatım boyunca taşıdım ve taşıdık. Şimdi bakıyorum hâlâ çalıştığımız sivil toplum kuruluşlarında buraları ayakta tutan insanlar bizim kuşağımızın insanları. Gençleri eleştirmiyorum kesinlikle ama karşılığında bir şey yoksa onlar sorumluluk almaya yanaşmıyorlar.
Meslek yaşamınıza nasıl başladınız? Akademisyen olmaya nasıl karar verdiniz? Bu kararı ve bu döneminizi biraz anlatır mısınız?
Aslında meslek yaşamıma, özel sektörde mühendis olarak başladım. Çok kısa sürse bile, bunu yaşamış olmak bana çok şey kattı. Özel sektörde çok dinamik bir yerde mezun olur olmaz hemen işe başladım. O dönem ciddi bir sanayi hamlesi ve sanayi yatırımlarının olduğu bir dönemdi. Benim girdiğim firma ısı sektöründe Türkiye’nin lideriydi ve her boyutta ihtiyaç olan kazan dairesi ve ısı merkezlerini kuruyordu. Her tesis özel olarak çözülmek ve tasarlanmak durumundaydı. Ben planlama müdürlüğünde çalışıyordum, sistemin tasarımı ve teklifin oluşturulması buranın işiydi. İlk bir iki ay iş çok heyecan verici, öğretici ve dinamikti. Sonra benzer şeyler tekrar etmeye başlayınca ve ben işi öğrenince sıkılmaya başladım. Bir de çalışma saatlerinin çok katı olması, bir inisiyatifimizin olmaması, hayatı dilediğinizce yaşayamadığınız hissini doğruyordu. Okulda bizim kürsüde bir asistanlık açılınca ve bana teklif edilince her şeyi bıraktım, akademisyen ve araştırmacı oldum. Aslında yukarıda da ifade ettiğim gibi benim için daha çekici olan araştırmacı olmaktı. Aslında toplam üç dört ay süren ama bana asırlar kadar uzun gelen bir özel sektör tecrübemden sonra, akademisyen olarak 50 yılım bir gün gibi geçti. Seksenli yıllarda, Türkiye’nin sıkıntılı dönemlerinde olanaksızlıklar nedeniyle elimin kolumun bağlandığı bir dönem dışında, hiç mutsuz olmadım ve bu işi bırakmayı hiç düşünmedim.
Meslek yaşamınızı ve bu dönemde yaşadıklarınızı okuyucularımıza aktarmak istiyoruz. Ama bu bölümde başlıkları sizin belirlemeniz daha iyi olacak. Meslek yaşamınız boyunca sürdürdüğünüz çalışmaları ayrıntılı olarak anlatır mısınız?
Meslek hayatımın tamamını akademisyen olarak geçirdim. Bir akademisyenin üç temel görevi vardır: İlki ders vermek, ikincisi hem bilimsel ve hem de teknolojik araştırma yapmak; üçüncüsü ise kendi kurumuna, sektöre ve topluma hizmet vermek. Geriye dönüp baktığımda bu üç alanda da görevimi hakkıyla yaptığımı görüyorum. Öğündüğünüz konu; yaşamınızda yarattıklarınız, eserleriniz ve hizmetleriniz ise ve alanınız bilim ve teknoloji ise (yani sanatçılar gibi popüler değilseniz) bilançonun bütününü, yani öğündüğünüz konuyu sadece siz bilirsiniz. Bir de bir cenaze töreniniz olursa, bu törende biri sizin özgeçmişinizi özetler, katılanlar bunu dinleyince, rahmetli epeyi de işler yapmış diye içlerinden geçirirler. Ne güzel, siz bana yaşarken kendimi anlatma fırsatı verdiniz, bunun için teşekkür ediyorum.
Bu 50 yıl içinde çok ders verdim, çok öğrenci yetiştirdim. Hem üniversitede ders verdim hem de belki onun kadar sektörde genç mühendislere kurslar verdim. Emeklilikten sonra üniversitedeki ders hayatımı bitirdim. Ama sektördeki genç insanlara ulaşmaya devam ediyorum. Üyesi olduğum derneklerde, ders ve kurs vermeye davet ediyorum. Özellikle Türk Tesisat Mühendisleri Derneği (TTMD) yapısında bir akademi kurduk, lisans düzeyinde temel dersler hazırladık ve düzenli olarak bu dersleri veriyoruz. Bu bana çok keyif veriyor. Çünkü katılanlar öğrenmek için geliyorlar ve ilgi ile dinliyorlar, tartışıyorlar. Üniversitede genellikle son sınıfta meslek derslerine girdim. Bu öğrencilerim de büyük çoğunluğu ile ilgiliydiler çünkü hayata atılmanın eşiğinde, ben onlara kullanabilecekleri şeyler veriyordum. Benimle yüksek lisans ve doktora yapan öğrencilerim oldu. Benimle doktorasını tamamlayan öğrenci sayısı iki elin parmaklarını geçmez ama onlar doğal olarak benim prenslerimdir. Bir kısmı profesör oldu, bir kısmı araştırma merkezlerine gitti, bir kısmı da endüstriye geçti. Hepsi başarılı oldular, onlarla gurur duyuyorum.
Çok sayıda yayınınız var. Ayrıca yurt içinde ve dışında birçok projede yer aldınız. Bunlardan bahseder misiniz?
Asıl gurur kaynağım elbette araştırmalarım ve yayınlarımdır. Bilimsel araştırmalarım kadar, belki daha fazla yürüttüğüm Ar-Ge projeleri vardır. Bir dönem İTÜ Enerji Uygulama Araştırma Merkezi Müdürlüğü yaptım. Burada bütün üniversitelerdeki, enerjiyle ilgili çalışan çok kıymetli insanlarla çalışma imkânım oldu. Çok sayıda proje yaptık, yayın yaptık. Daha sonra yeni hükümetin vakıflarla ilgili tasarrufları nedeniyle buradaki çalışmalarımız kısıtlandı. Bunun üzerine yeni kurulan İTÜ Arı Teknokent’te fakülteden üç öğretim üyesi arkadaş, bir AR-GE firması kurduk. Bütün grup daha fazla katılımla burada devam ettik. Enerji, Dinamik ve Akustik alanlarında irili ufaklı kırk kadar proje yapıldı. Beyaz eşya sektöründe, otomotiv sektöründe, demir-çelik sektöründe, maden sektöründe, cam ve seramik sektöründe başarılı projeler yapıldı. 2020 yılına gelindiğinde farklı nedenlerle küçülmek zorunda kaldık. Şirket hala devam ediyor, ortaklarım şirketi bana devretti ve artık hobi gibi devam ediyorum. Aslında, bütün bu zaman zarfında, bu şirket hep bir hobi merkezi, bir vakıf gibi çalıştı.
Yayınlarıma gelince çeşitli biçimlerde iki yüz üzerinde eser yayımladım. Makale olarak yerli ve yabancı dergilerde seksen adet, basılan kongre bildirisi olarak yüz adet, seminer notu ve kitap olarak da kırk adet yayımlanmış eserim var. Bu yayınlara sekiz yüz civarında atıf aldım, hala da alıyorum. SCI kapsamındaki yayınlarımın sayısı kırk civarında, h-indeksi ise on üç. Bu skorlar makina mühendisliği alanında oldukça iyi değerler. Bilimsel araştırmalarım daha çok yanma konusunda, teknolojik araştırmalarım ise daha çok enerji ve ısıtma, havalandırma, iklimlendirme (HVAC) konularında oldu. Katalitik yanma, detonasyon, kömür yanması, kömürün gazlaştırılması, doğal gaz yanması, kömürün kendi kendine tutuşması konularında çalıştım, araştırma projeleri yürüttüm. Özellikle kendi kendine tutuşma alanında, hem modellemede hem de deneysel veri üretmede, birlikte çalıştığım Avustralya’lı arkadaşlarımla beraber, dünyada çok ileri bir konumdayız. Orijinal yakıcılar geliştirdim, bunların bir kısmı ürüne dönüştü. Endüstriyel fırınlar üzerinde daha çok verim artırılması için çalıştım. Yine yüksek fırınlar, endüstriyel büyük buhar kazanlarında sorun giderme üzerine çalıştım. Isı ve enerji geri kazanma konusunda, özellikle endüstride ölçümler ve analizler yaptım, sistem önerileri geliştirdim. Çok sayıda buhar ve sıcak su kazanı tasarımı yaptım, yeni ve yüksek verimli kazan ve yakıcı geliştirdim. Deniz suyundan tatlı su üreten yenilikçi bir pilot tesis tasarımı ve üretimi projesine katıldım. HVAC cihazlarının ses gücü ölçümleri için akredite orijinal yankılanım odaları yaptık. Yüksek ısıl performansı olan binalar ve onların tesisatı üzerinde çok sayıda çalışmamız, geliştirdiğimiz ürün var. Bu konuda yürütücülüğümde bir Avrupa görev takımıyla iki adet kılavuz (Guide) yayımladık. Halen çok yüksek enerji verimli bir soğutma sistemi geliştirilmesi projesi yürütüyorum.
Tüm bu çalışmaları da birçok yerde anlatıp bilgilendirme yaptınız …
Evet, kesinlikle öyle. Burada verdiğim seminerler, kurslar, düzenlediğim kongreler, sempozyumlar, çalıştaylar ve açık oturumlardan söz etmesem eksik olur. Bütün meslek hayatım boyunca dünyada, ama özellikle Türkiye özelinde (benim alanlarımda) çok konu gelişti. Bunları sektöre anlatmak, öncülük etmek, öğretmek büyük ölçüde bize düştü. Bunlar belki bilinen konulardı ama Türkiye için yeniydi. Birilerinin bunu çalışıp sektöre anlatması gerekiyordu. Bu konular benim meslek yaşamıma büyük bir dinamizm getirdi, topluma hizmet duygusu ve tatmini verdi. Öyle çok yeni konuya girdik ki şimdi bunları saymakta zorlanıyorum. Petrol krizi ile yakıt olarak kömüre dönüşüm, bunun getirdiği hava kirliliği, sonrasında doğal gazın Türkiye’ye gelmesi; güneş enerjisi; yüksek binaların, AVM gibi büyük binaların, sitelerin yapılmaya başlanması; daha önce hiç yapılmamış havaalanı gibi işlere başlanması; merkezi kaynar su tesislerinin gündeme gelmesi; özellikle endüstride enerji geri kazanma ve enerji verimliliği uygulamaları; akustik, gürültü ve titreşim problemlerinin önem kazanmaya başlaması; deprem gerçeği ve binalarda deprem önlemleri arayışı; en son Covid-19 salgını, hemen aklıma gelen örnekler… Bu konuları anlatmak için sayısını bilemeyeceğim kurslar verdim, yayınlar yaptım, toplantılarda sunumlar yaptım, toplantılar organize ettim.
Öğrenciliğimizin bize verdiği duygu ve anlayış; oluşan kişiliğimiz bütün meslek hayatıma ve yaşayışıma damga vurdu. En başından beri MMO’da, yurtiçi ve yurtdışı sektör derneklerinde, farklı sivil toplum kuruluşlarında, komisyonlarda çalıştım. Kendi fakültemde, üniversitemde, üniversiteler arası kurullarda, jürilerde görevler aldım. Belki bugün bütün bu, çoğu gönüllü işler, başka değerlendirilebilir. Ama bu bizim kişiliğimizin bir parçasıydı, geri dönüp baktığımda bu işlerden gurur duyuyorum. Bütün bu emeklerin karşılığı saygı ve sevgi oldu. Geldiğim bu noktada bundan kıymetli ne olabilir?
Birçok kurumda yöneticilik yaptınız. Yöneticilikle aranız nasıldır?
Yöneticilik benim akademik yaşamımda en sevmediğim iştir. Bir dönem, bölümümüze ABET akreditasyonu almak için kurduğumuz grupta bana da Bölüm Başkanlığı yapma görevi düştü. Söylemiştim, Enerji Uygulama Araştırma Merkezi müdürlüğü yaptım. Uzun zaman Anabilim Dalı başkanlığı yaptım. Yönetim Kurulu, Fakülte Kurulu üyelik görevlerim oldu. Rektörlükte yapı işleriyle ilgili kurulda mekanik tesisat işlerini uzun zaman ben yürüttüm.
Yurtdışında akademik ve mesleki olarak bulunup çalışma yaptıysanız, her bir çalışmanızı ayrı başlıklar halinde sırasıyla ayrıntılı anlatır mısınız?
Sürekli olarak yurtdışında 1980-82 yılları arasında yaşadım. ABD Michigan Üniversitesinde misafir öğretim üyesi olarak çalıştım. Bir yıl Makina bölümünde, bir yıldan biraz fazla süre de Uçak bölümünde oldum. Makina bölümünde gaz türbinleri yanma odası modellemesi konusunda çalıştım. Uçak bölümünde ise tahıl silolarında, tahıl tozlarının patlaması ve kömür madenlerindeki grizu patlaması konusunda yürütülen projede çalıştım, esas olarak deneyleri yaptım. Bunun için o dönemde ileri optik düzenekleri kullanma şansım oldu. Ne yazıktır ki Türkiye’ye döndükten sonra bizim için çok daha önemli olmasına rağmen, bu konulardaki çalışmalarımı ilgisizlik ve olanaksızlıklar nedenleriyle sürdüremedim. Oysa ciddi bir bilgi ve deneyim sahibi olmuştum.
Yurtdışı çalışmalarım içinde Avustralyalı bir arkadaşımla birlikte uzun yıllar sürdürdüğüm ve çok ses getiren çalışmam, kömürün kendi kendine tutuşmasıdır. Yeraltı kömür madenlerinde ve yerüstü kömür yığınlarında oluşan bu olay, Türkiye için çok önemlidir. Soma faciası dâhil çok sayıda duyulan ve duyulmayan olay yaşanır, ciddi can ve mal kaybına neden olur. Bu konuda iki doktora çalışması yaptırdım. Özellikle modelleme olarak konuya önemli katkılarım oldu. Yine de uygulamada istediğim ölçüde etkili olamadım. Örneğin Avustralya’da uygulanan yönetmeliklerin Türkiye’de de çıkarılmasına olanak verilmedi. Oysa maden ve makina mühendislerinden oluşan çok yetkin bir ekip oluşturmuştuk.
Isıtma Havalandırma Klima (HVAC) konusunda, Avrupa Federasyonu REHVA içinde çalıştık. Bu federasyonun özellikle araştırma ve teknoloji komitesinde yıllarca çalıştım. Federasyon içinde Akdeniz ülkelerinden oluşan bir grupla yaklaşık sıfır enerjili bina tasarımı konusunda iki kılavuz (Guide) yayımladık.
Türk Tesisat Mühendisleri Derneğinin kurucu üyesi olduğunuzu biliyoruz. Çalışmaları içinde yer aldığınız sektör dernek ve vakıf çalışmalarınız varsa bu çalışmalarınızı ve yaşadıklarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Evet, TTMD’nin benim hayatımda büyük bir yeri vardır. TTMD’nin kuruluş çalışmalarında yer aldım. Aslında bu dernek, projecilerin bir inisiyatifidir. Projeciler ilişkileri nedeniyle bütün sektörü kucakladılar ve kapsadılar. TTMD başarısı pek çok kardeş derneğin doğmasına da neden oldu. TTMD yanında TESKON kongreleri de müthiş bir iş başararak, büyük bir sektör yarattılar ve pek çok başka alan için örnek oldular. Öncesinde insanlar bilgiyi koltuklarının altında gizleyerek, kimseyle paylaşmadan onun getirisiyle geçinirlerdi. TTMD insanlara bilgiyi paylaştıkça daha fazla büyüyeceklerini gösterdi. Başlangıçtaki misyonu, bilginin paylaşılması ve yaygınlaştırılmasıydı. Bunda çok başarılı oldu. Yurtdışı ilişkilerini de kurarak bir yandan bilginin akışına hizmet etti, bir yandan da bilginin üretimi mekanizmalarına girmeye başladı.
Konu bilgi olunca, başından itibaren akademi ile uygulamanın arakesitinde çalışmaların içinde oldum. REHVA 10. Dünya Klima toplantısını Türkiye’ye getirerek biz organize ettik. Her iki yılda bir Uluslararası Binada Tesisat Sempozyumu düzenledik/düzenliyoruz. Bunun bilim komitesi başkanlığını kısa bir kesinti dışında, başından beri sürdürüyorum. Dergi çıkardık, seminerler düzenledik, yayınlar yaptık. Dış ilişkiler komisyonu kurduk, bununla çok ciddi bir ilişki ağımız oluştu. Tabii TTMD Akademiyi çocuğum gibi görüyorum, bütün çabam onu emin ellere teslim edebilmek. TTMD benim için bir sivil toplum örgütü faaliyeti olmanın çok ötesinde anlam taşıyor. Orası artık benim ailem gibi, laf arasında genç arkadaşlarım beni geçmişten gelen bir antika gibi koruyup, gözetiyorlar.
Türk Akustik Derneğinin de kurucu üyesiyim. Yönetim kurulunda çalıştım. Burada da kurslar, sempozyumlar düzenledik. Üyesi olduğumuz uluslararası akustik derneğinin yine bir dünya kongresini Türkiye’de organize ettik.
Kısa adı MÜDEK olan, Mühendislik Akreditasyon Derneği’nde de çok emeğim vardır. Hala burada değerlendirici olarak görev yapıyorum. Ayrıca üyesi olduğum ve katkı koyduğum çok sayıda ulusal ve uluslararası dernek ve kuruluş var. Bunları tek tek anmak sıkıcı olur.
Odamız ile tanışıklığınızdan ve sonrasında katıldığınız çalışmalardan biraz bahseder misiniz?
Makina Mühendisleri Odası ise mesleğe ilk başladığım yıllardan beri aktif olarak katkı koyduğum, yeri bende çok farklı olan bir örgüttür. Meslek yaşamımın bir parçasıdır. Hiç yönetimde olmadım ama neredeyse başından beri hep içinde oldum. Komisyonlarda görev aldım. Değerlendirici olarak hizmet verdim. Eğitimlerde eğitmen olarak yer aldım. Tesisat dergisinin yayın kurulunda uzun yıllar bulundum. Burada beraber çalıştığımız sevgili arkadaşlarım, Metin Duruk ve Abdurrahman Kılıç’ı anmadan edemem. Meşhur 84 No’lu Kalorifer Tesisatı Hazırlama Esasları kitabının geliştirilip/güncellemesini yaptım. Sıhhi Tesisat Hazırlama Esaslarını ise neredeyse yeni baştan yazdım. Doğal Gaz Tesisatı kitabını Alman Standartlarını tercüme ve adapte ederek yazdık. Bu kitabın yine aslı Almanca olan uygulama esaslarını tercüme edip yayımladık. Ve tabii unutulmaz TESKON maceramız var. Teskon’un elbette babası, sevgili Macit Toksoy’dur. Ama başından beri buna katıldım, her birinde sunumlar yaptım, paneller düzenledim, çoğunun yürütme kurulunda görev aldım, bir kere de kongrenin başkanlığını yürüttüm. Herhalde İzmir dışında Teskon’a en fazla katkı koyan benimdir. Her bir Teskon’un bende unutulmaz anıları vardır. Şarkılı, türkülü, şiirli Teskon geceleri, hayatımın en renkli zamanları olarak anılarımda çok canlıdır.
Sektör örgütlenmelerinin önemi ve sektöre katkıları konusunda ne düşünüyorsunuz? Varsa bağlı bulunduğunuz veya çalışmalarına katkı sunduğunuz STK’ların, sektörün sorunlarının çözümü ve gelişimine katkıları üzerine neler söylersiniz?
Bundan biraz, yukarıda söz ettim. Ancak bir gözlemim var ki yanlış olabilir. Bana sanki sivil toplum kuruluşlarında örgütlenme, bizim devrimizin işiydi gibi geliyor. Dünya koşulları çok değişti. Doğal olarak, insanlar artık gönüllü olarak bir yerlerde emek vermek istemiyor gibi geliyor bana. Bizim devrimizde bir sorumluluk duygusu vardı veya aşırı bir sorumluluk duygusu vardı. Amerika Birleşik Devletleri’ne ilk gittiğim dönemde, karşılıksız bir projede çalışma fikrinin nasıl saçma karşılandığını görünce çok şaşırmıştım. Şimdi insanlar konulara rasyonel olarak yaklaşıyor ve her işin bir bedeli olmasını bekliyorlar. Böyle olunca gönüllü çalışmalar, anlamını yitiriyor gibi geliyor. Bir başka konu ise artık bilgiye ulaşmanın çok kolay olması. Onun için amaç bilgiye ulaşmak ve bilgiyi yaymaksa, bu artık çok önemli olmaktan çıktı. Ayrıca bilginin de formu değişti. Artık teorik bilgiyi öğrenmeye kimse pek yanaşmak istemiyor. Sadece uygulamaya hâkim olmayı yeterli görüyor. Belki yanılıyorum ama artık örgütler yaşamaya devam etmek istiyorlarsa, üretmeyi ve uygulamayı hedeflemeli, zamana ayak uydurabilmeli.
Uzun yıllardır bu alanda bulunan bir akademisyen olarak Türkiye’nin geçmişten günümüze sürdürdüğü bilim, sanayi ve teknoloji politikaları üzerine görüş ve önerilerinizi paylaşır mısınız?
Bu konu üzerinde ayrı bir makale yazılabilir. Ancak kısaca değinmeden edemem. Öncelikle, bir ülkedeki bilim, sanayi ve teknoloji politikaları, ülkenin kültür ve ekonomik gelişmişlik düzeyine bağlı. Ne yazık ki medeniyetler beşiği bir coğrafyada yaşamamıza rağmen, geçmişimizdeki zengin kültür mirasını günümüze taşıyamamışız. Cumhuriyetle yokluk ve cahillik üzerine yeni bir ülke inşa etmeye çalıştık ama bunda yeterince başarılı olduğumuz söylenemez. Bilim bir yaşam biçimidir. Bunu içselleştirmeyi başaramazsanız, doğru politikalar ve yaklaşımlar üretmezsiniz. Bilim, sanayi ve teknoloji politikalarınızın hedefi halkın gelişimi ve kalkınması olmadığında, o ülkede ne bilim gelişiyor, ne de teknoloji. Böyle bir ortamda da bilimin ışığında ne yapmak isterseniz duvara tosluyorsunuz. Bence bütün politikaların hedefinde halkın kalkınması, gelişmesi, refahı olmalıdır. Bilim, yaşamımızın merkezinde olmalı, politikalarımızı bunun ışığında geliştirmeli ve yolumuzu bunun rehberliğinde çizmeliyiz. Kişilerin gelişmesi değil, toplumun gelişmesi esas olmalı; birey olarak ancak toplumla birlikte gelişmeliyiz. Yoksa yoksulluk ve cahillik denizinde yarattığımız bir adada, mutlu olamayız diye düşünüyorum. Belki çağ dışı bir görüş ama benim görüşüm bu.
Türkiye’de ısıtma havalandırma klima alanında çok sayıda çalışmanız olduğunu biliyoruz. Bu alanda yürüttüğünüz çalışmalar ve ülkemizdeki durumu hakkında söylemek istedikleriniz nelerdir?
Benim ana araştırma alanım yanmadır. Akademik çalışmalarımı ve araştırmalarımı bu alanda yaptım. Ama uygulamada bu alanda çalışma olanağı bulamadım. Öncelikle, Türkiye sanayisinin düzeyi ve genel olarak yatırımcıda ve sanayicide hâkim olan anlayış buna izin vermedi. Benden gelen teklifleri ve projeleri kuşkuyla karşıladılar, risk almak istemediler. Özellikle yeraltı madenlerinde, insan hayatı ve güvenliği ile ilgili teklif ve projelerim ise gereksiz maliyet kalemi görülerek istenmedi.
Isıtma, havalandırma, klima alanları ise Türkiye’deki üretimde belki en ileri düzeydeki alandı. Bir yandan bina sektörü, bir yandan da HVAC alanında ürün ve sistem üreten sanayi sektörü oldukça iyi durumdalar. Uluslararası rekabet noktasındalar. Böyle olunca bu sektör, benim katkı koyabildiğim, uygulama yapabildiğim alan olarak öne çıktı. Daha önce anlattığım gibi, kendimi hep öncelikle mühendis olarak gördüm. Onun için bu alanda keyif alarak çalıştım. Bu sektör de beni benimsedi. Sürekli yeni kavram ve problemlerle uğraşarak, dinamik ve doyurucu bir meslek hayatı yaşadım. Geri dönüp baktığımda veya kendi iç muhasebemde bir pişmanlığım yok. İstediğim gibi bir hayat yaşadığımı düşünüyorum.
Halen çalışmaya devam ediyor musunuz? Emekli akademisyen olarak anlatmak istedikleriniz var mı?
Emekli bir akademisyen olarak; şimdi bol bol vaktimin olduğu, tembel ve rahat bir hayat sürmem gerekirdi. Sevgili Rüknettin Oskay “bana günde 24 saat yetmiyor” derdi. O kadar değil, ama hala bütün günümü dolduran uğraşlarım var. Projelerim var, danışmanlıklarım var, derneklerde çalışmaya devam ediyorum, genç meslektaşlarıma dersler/kurslar veriyorum, organizasyonlarda yer alıyorum ve ev işlerine zaman ayırmak zorundayım. Yani iş beni bırakana kadar; arayan, soran, danışan kalmayıncaya kadar; yani talep bitene kadar çalışmaya devam edeceğim. Çünkü başka türlüsünü bilmiyorum…
Bunca yıllık meslek deneyimleriniz ışığında genç mühendislere ve mühendis adaylarına neler önerirsiniz?
Bu soruya daha önce Odanın bülteninde cevap vermiştim. Mevlana’nın bir sözünü çok severim, yaklaşık şöyledir: “dün söylenecek ne varsa söylendi günle gitti, bu gün yeni şeyler söylemek lazım cancağızım”. Evet, dün söylenecek şeyleri biz söyledik, bugün gençlerin yeni şeyler söylemesi lazım. Onun için onlara bir şeyler önermenin doğru olmadığını düşünüyorum. Bizim değerlerimiz, bizim için doğruydu. Benim tercihim, kendimi tekrarlamamak, sürekli yeni şeylerle uğraşmaktı. Bu beni mutlu etti, belki bunu önerebilirim. Bir de özgün olmanın her zaman geçerli bir değer olduğuna inanıyorum. Bunun için ön yargılardan ve başkalarının söylediklerinden kurtulmak, kendi doğrularını bulmak gerekir. Olduğu gibi kabul etmek yerine; tartışabilmeli, araştırmalı ve öğrenmeliyiz. Ancak bunun üzerine kendi değerimizi yaratmalıyız. Bu doğal olarak zor, zahmetli ve rahatsız edici bir yol; çalışmak gerek, deneyimlemek gerek, düşünebilmek gerek.
Kendim, deneyimlemeden önce dağcılığı, zirveye tırmanmayı anlamsız/saçma bulurdum. Ama o zirveye ulaştıktan sonra, orada kaldığınız çok kısa sürede hissettikleriniz tanımlanamaz. Bu hissi tadabilmek için oraya tırmanmanız lazım. İşte bir de bunu önerebilirim. Sevgilerimle…